Hasan Yıldız

Hasan Yıldız 
1954 yılında Dersim’in Pulur (Ovacık) ilçesine bağlı Zeranik (Yeşilyazı) köyünde doğdu. Ataları Çemişgezek’in Sinsor köyü Barav Aşireti Bekirler kolundan. XIX. yüzyıl başlarında bölgeyi terk ederek, her yaz sürülerini getirdikleri Munzur Dağı eteklerine yerleşirler. Babası Haydar ve annesi Sakine, cumhuriyetin ilk yıllarındaki çalkantılı dönemin tanıklarıydılar. Babası, 6-16 Eylül 1938 tarihleri arasında yapılan son Dersim harekâtında elleri kolları bağlanarak tutsak edilen Zeranikliler arasındadır. Zeranik çayırına dörtnala gelen bir erin, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tan getirdiği yazılı emre göre, tutukluların serbest bırakılmaları üzerine sürgünler arasına girmekten kurtulur. Ancak askere alınmaktan kurtulamaz. Beş yılı aşan askerlik sonrası döndüğü köyünde yaşam da değişmiş, topraktan geçinmek zorlaşmıştır. Adana ve Malatya’da başlayan işçilik serüveni, 1958 yılında İstanbul’da sürekli yaşama dönüşür. Hasan Yıldız henüz 6 yaşındayken, abileri İbrahim ve Hüseyin’in okul kayıtları sırasındaki aşırı isteğini gören Seyfettin Hoca’nın, yönetmeliklere aykırı olmasına rağmen, sınıfına kayıtsız olarak bir yıl boyunca gelebileceğine idareyi ikna etmesiyle, eğitim yaşamına adımını atar. Seyfettin Hoca yanılmamıştır. İlkokulu başarıyla bitirirken, Jack London’un “Kurt Kanı” adlı romanıyla ilk hediyesini kazanıyordu.
Ortaokul (Hasköy) ve Lise (Kasımpaşa) yıllarında da başarılı bir öğrenci olarak dikkatleri çekmektedir. Lise yıllarında sergilenen tiyatroda Yunus Emre rolünü oynar. Yolu çizilmiştir; Üniversiteye yine İstanbul’da devam eder. Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü 1977 yılında bitirir.
İlk görev yeri Adapazarı Pamukova Lisesi’dir. Sınıf hocası olarak hazırladığı duvar gazetesinde öğrencilerin sorunlarını ve güncel olayları dışa vurmalarına, yorumlamalarına olanak sağlar. Kemal Burkay’ın “Spartaküs” adlı şiirini gazete sayfasına alması ve bu döneme ait tarihi incelemesi okul yönetiminin dikkatini çeker. Yaptığı “müfredata” aykırıdır. Onlar karar vermeden kendisi yolunu seçerek Ağrı Kız Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü’ne naklini aldırır. Demokratik öğretime verdiği önemle bütün öğrencilerin sevgisini kazanmış biri olarak Pamukova’dan ayrılışı kolay değildir. “Dersleri eken” öğrenciler çiçeklerle hocalarını uğurlayacaklardı.
Yeni görev yerinde kendisini çok daha büyük sorunlar yığını içinde bulacaktır. Demokratik eğitim sorunu yanında demokratik kimlik sorunu da kendisini gösterecekti. Ağrı, tarihi geçmişi dolaysıyla bu konuya en açık olan ve bu nedenle en çok ta kontrol altında olan illerden biriydi. Sosyo-ekonomik güncel sorunları modern sosyolojinin kaynaklarıyla ders kitaplarına uygulaması yeni bir soruşturmanın yolunu açacaktır.
Ancak bir başka göz onu izliyordu. PKK’nın kuruluş dönemindeki en gizemli isimlerinden biri olan Pilot Necati, Hoca’yı yakın takibe almıştı. Yanında bulundurduğu annesini misafir olarak davet ettiği evinde, Pilotun ailesi de bir istihbarat hücresi gibidir. Annesini sohbet adıyla adeta sorgulayarak bunaltmışlar ve dönüşünde oğluna yakınarak “Beni bir daha böyle yerlere gönderme” diye şikâyet etmesine neden olmuş kadar bir sorgu tuzağıdır o gün.
Yatılı olan okulda gece nöbetinin olduğu bir sırada bayrağın indirilmesi ve duvarlara sol içerikli sloganların yazılması bir başka provokasyona işaret etmektedir. Nitekim bir süre sonra öğretmen masasının altına konan bir bombalı suikast girişiminde, birçok öğrenci yaralanırken, kendisi kıl payı kurtulur. Ancak olaylar kendisini bir başka sürece sokacaktır. PKK’nın yürüttüğü cinayet zincirlerinin ilk halkası olan, Doğubayazıt’ta Mustafa Çamlıbel’in öldürülmesine tepkisini gösterir. Bir başka görüşten olan öğretmenin ailesiyle birlikte hedef gösterilerek katledilmesinin önüne geçer. Bütün bunlar siyasallaşmış öğrenci grupları arasında geçen sıcak tartışmalardır. O günlerde PKK’nın bir diğer ismi olan Şahin Dönmez bu eylemleri kızıştıran bir başka isimdir. Yeniden soruşturmaların son durağı 19 Aralık 1978’de başlayan Maraş katliamının protesto edilme girişiminde açıkça üstlendiği ve savunduğu roldür. Radyolarda katliam sesleri yükselirken öğretmenlerin derslere devam etmelerine ve “siyasallaşmış” öğrencilerin sessizce derslere girmelerine karşı tepkisini gösterir. Tüm okulu bu katliama karşı protestoya götürür. Sonuç bellidir. Haber yayılmış ve Ağrı Valisi tarafından başkanlık edilen, şehrin Emniyet Amiri, İstihbarat Şefi ve Jandarma Komutanı tarafından kurulan bir heyetin karşısında ifade vermeye çağrılmıştır. “Bir toplum bu tür katliamlara karşı sessiz kalırsa işte o zaman demokrasi ayaklar altına alınır” diyerek protestoyu demokratik ve gerekli bir hak olarak savunur. O günün şartlarında böyle bir savunmanın geçerliliği elbette yoktur. Açığa alınır ve yeniden soruşturmalar başlar. Bakanlık tarafından Ankara’ya çağrılarak yeniden savunması alındığında aynı sözleri söyler. Geriye dönüş yoktur. Görevden alınmadan istifasını verir. Bu boşluk içinde askere gitmek için başvurur. 12 Eylül 1980 askeri darbesinde Asteğmen olarak son günlerini tamamlamaktadır. Terhis olduktan sonra önce Libya’ya çıkış yapar. Bu süre içinde tutuklu bulunan PKK’lı Şahin Dönmez’in tehlikeli gördüğü 120 kişilik liste içinde adının geçmesi nedeniyle aranır duruma düşer.
Tek yol kendisine bir başka ülke bulmasıydı. 1983 yılında Fransa’ya gitmeye karar verir. Artık göçmen ve siyasal ilticacıdır. Sorbonne-1 Üniversitesi Siyaset Felsefesi bölümünde “Az Gelişmişlik Sürecinde Gelenekçilik” teziyle yüksek lisansını bitirir. “Türkiye’de Geleneksel Yapıların Çağdaş Politikalar Üzerindeki Etkileri” konulu doktora tezini hazırladığı sırada Fransız Dışişleri Bakanlığı gizli belgeleriyle karşılaşır. Buradaki Kürdistan dosyası dikkatini çeker. Kendisini tamamen bu dosyaları araştırmaya verir. 1989 yılında “Aşiretten Ulusallığa Doğru” adlı çalışması önce Avrupa’da ve sonra Türkiye’de yayımlanır. Bu kitabın Fransızca versiyonu 1992 yılında “Un Pays Sans Frontière: Le Kurdistan” -Sınırsız Bir Ülke: Kürdistan- olarak yayımlanır. İlk baskısı 1990 yılında yine Avrupa’da yapılan “Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan” isimli çalışma Dışişleri Bakanlığı Belgeleri arasında yapılan bu araştırmaların ürünü olarak çıkar. Sevr Antlaşması’nda Kürtlerin gerçek anlamda temsil yeteneğinin olmadığını ve bu antlaşmayla Kuzey Kürtlerinin zaten Osmanlıya bırakıldığını ve bu sınırların Lozan ile resmileştirildiğini belgelerle göstermektedir. Bunu Türkiye’de yapılan birçok baskı devam eder.  Artık Kürt sorunu asıl çalışma alanı haline gelmiştir. 1996 yılında “XX. Yüzyıl Başlarında Kürt Siyasası ve Modernizm” adlı çalışmasıyla, o dönemde yürütülen Kürt siyasetinin eleştirisini ön plana aldığı halde, kitap yasaklananlar listesine girer. Kürt ve Kürdistan sorununda bir handikap haline gelen, dil-lehçe-ulus sorunsalında Zaza tartışmasını ele alan “Yaşayan Her Dil Bir Halktır” çalışmasıyla, halkların ve lehçelerin evrimleşme süreçleri içindeki değişimlerle ele alınmasının bilimsel zorunluluğuna dikkat çeker.
1999 ve 2000 yılları Türkiye’de dikkatlerin PKK ve Öcalan üzerinde yoğunlaştığı yıllardır. Gazete sayfaları ve görsel medya ile yönlendirilen kitlelerden gizlenen gerçekleri açığa çıkarmaya çalışan “Muhatapsız Savaş, Muhatapsız Barış”  adlı çalışma 2001 yılında yayımlanır. Bu çalışma, Kürt sorununun diyalektiğinin egemen güçler tarafından nasıl manipüle edildiğini kendi kaynaklarıyla gösteriyordu.
Birçok gazete ve dergilerde yayımlanan, Avrupa’nın birçok şehrinde verdiği konfrerans notlarından derlenen makaleleri 2004 yılında “Jeopolitik Yapılar Açısından AB, Türkiye ve Kürtler” adlı kitapta,  “Jeopolitik Konum Açısından Güney Kürdistan’da Kurulacak Bir Kürt Devleti Türkiye’nin Çıkarlarına Aykırı mıdır” sorunsalını gündeme alır. 24 yıl süren sürgün döneminde bir hukuk bürosu gibi çalışan kız kardeşi Zeycan'ın girişimleri sonucu 2005 yılında ülkeye dönüş yapar. Yukarda sözü edilen tezi, 11-12 Mart 2006'da İstanbul Bilgi Üniversitesi çatısı altında, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Empati Grubu tarafında düzenlenen Kürt Konferansında savunur. Konferansa sunulan en kapsamlı tez olarak dikkatleri çeker. Yine bu derlemede İsmail Beşikçi Hoca ile olan polemikleri ve özellikle “SUÇLUYORUM” başlığıyla Yalçın Küçük’ün “bilim adamı” sıfatıyla PKK’in iç işlerinde ve medya ayağında aldığı rolü açığa çıkarması dikkatleri çekmektedir.                                             
Osmanlılar ve cumhuriyet döneminde en ağır baskılara maruz kalan, Ortodoks ve Katolik Kiliseleri tarafından da dışlanan, yokmuş sayılan, kayıtları tutulmayan bir halk olan Nasturilerin, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Hakkâri ve Urmiye’de yaşadıkları zulmü ele alan araştırması, bir roman diliyle 2014 yılında yayımlanır.
Son çalışması 2023 yılında yayımlanan “Suyu Arayan Halklar- Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler’dir. Bu çalışmayla tekrar başa dönmüş ve farklı bir bakış açısıyla, kendisiyle de hesaplaşarak, iç ve dış dinamiklerin tarihsel köklerinin siyaset bilimi açısından nasıl ele alınması gerektiğine dikkatleri çekmek istemiştir.

* Fransız Dışişleri Bakanlığının gizliliği kalkmış arşvilerinde bulunan bin sayfalık Kürdistan dosyası Kürd-Kav, İsmail Beşikci Vakfı ve Güney Kürdistan'da "Institute for Research and Development-Kurdistan" adlı kurumlara teslim edilmiştir.